Politik Ekoloji · Tarihsel Sosyoloji · Tarım-Gıda

Hayatın Dokusundaki Kapitalizm/ Jason W. Moore

Hayatın Dokusundaki Kapitalizm: Sermaye Birikimi ve Ekoloji, Epos Yayınları, 2015, çev. Alaz Munzur

Ben Toplum ve Doğanın hem entelektüel hem de politik açıdan sorunun parçaları olduğunu, doğa-toplum çiftinin modern toplumdaki muazzam şiddetin, eşitsizliğin ve zulmün bir parçasını oluşturduğunu ve dışsal Doğa düşüncesinin de sermaye birikiminin temel koşulu olduğunu düşünüyorum. s. 13

“Malum ekonomi” ve “malum çevre” birbirinden bağımsız kavramlar değildir. Kapitalizm bir ekonomik sistem değildir, bir toplumsal sistem değildir, kapitalizm doğayı düzenlemenin bir yoludur. bu ifadenin yol göstericiliğini yaptığı bir ayrımla başlayabiliriz: doğayı düzenlemenin bir yolu. Kapitalizmin hükmedici kibrinin kaynağı Doğaya istediğini yapabileceği, Doğayı dışsal ve kodlanabilir, ölçülebilir, ekonomik büyümeye, toplumsal gelişmeye hizmet edebilir veya mevcut olandan daha üstün bir başka malın hizmetine sokulabileceği düşüncesidir. Bu bir proje olarak kapitalizmin ta kendisidir. gerçeklikse, yani tarihsel süreç bambaşkadır. Sermaye, sistem ve bilimin birbirine benzeyen projeleri, dışsal, kontrol edilebilir, azaltılabilir ve büyük harfle başlayan bir Doğa yaratmakla meşgul iken, hayatın dokusu, kapitalizme içkin süreçlerin biyolojik ve jeolojik koşullarını değiştirmektedir. Hayatın dokusu: aslında doğanın ta kendisidir, bilinçli bir tercihle küçük harfle yazdığım doğadır. Bu doğa biziz, içimizde ve çevremizde. s. 13

Ben bu yeni paradigmayı “dünya-ekolojisi” olarak adlandırıyorum. s. 14

Kapitalizme dünya ekolojisi açısından bakmak bizi, kapitalizmin gezegenin doğasını değiştirme kapasitesine sahip olan dizginsiz bir güç olduğu iddiasından uzaklaştırıp pek çok tür tarafından ortaklaşa üretildiğini, gezegenin jeo-biyolojik dönüşüm süreçlerine, ilişkilerine ve döngülerine uzandığını anlamamız için bir fırsat tanıyor. s.15

Alternatif anlatı ne insanlar ne de doğa ile değil, fakat doğadaki-insanlığın çoklu ortak-üretim konfigürasyonu olarak, yaşam ve toprak, su ve hava, organizmalar ve çevre ilişkileri ile başlatılmalıdır. Tarih dediğimiz olgu bu açıdan çifte-içselliklerin tarihidir. Doğadaki-insanlığın ve insanlıktaki-doğanın tarihi (ve evet, bir de insanlık öncesi yeryüzünün uzun tarihi). Bu çifte içsellikte insanın yaptığı her şey, insan-dışı doğa ve hayatın dokusuyla daima et ve tırnak gibi kaynaşmış haldedir. Doğa insanları da içeren bir bütündür. s. 17

oikos: yaşam üretme ilişkisi. Daha açık olmak gerekirse oikos, insanları, insan örgütlenmesinin evrimini, adaptasyonunu ve dönüşümünü içeren bir ilişkiler bütünüdür. s. 21

Kapitalist uygarlık insanları doğadan ayrıştırmaktansa, bireysel yaşamı yoğun bağlantıları ile birbirine sıkı sıkıya bağlı, geniş coğrafyaları kapsayan bir hayat dokusunun içine yerleştirdi. s. 27

Doğa öylece orada durmaz: tarihseldir … Kapitalist modernitenin doğaya ne yaptığını sormak yerine … doğa kapitalizm için nasıl işliyor diye sormaya başlayabiliriz … örneğin doğanın emeği/enerjisi değere nasıl dönüştürülüyor? … kapitalizm doğayı yok ederek değil, oikos-biçimindeki-doğayı karşılıksız ya da çok düşük maliyetle çalışmaya mecbur bırakarak hayatta kaldı. Günümüzde doğayı bu uğurda daha çok çalıştırmak gittikçe zorlaşıyor. s. 28

Emek/enerji [work/energy] kavramı ve yazılış şekli Caffentzis’in çalışmalarına dayanıyor. Caffentzis, 1970’lerdeki enerji ve emek krizlerini tek bir çakışma alanına yerleştirmiştir. Onun çalışmalarının amacı “sermayenin gezegenin her yerinde emek üzerindeki kontrolüyle … mal olarak enerjinin … sermayenin bir zamanlar emek süreçleri üzerindeki kontrolüne benzer bir kontrole tabi kılınması” arasındaki ilişkiyi göstermektir (2013). Bu nokta doğru yöne işaret ediyor. Ben, burada emek/enerji kavramını kapitalizmin insan ve insan-dışı “emeği” temellük etmesi, bir diğer deyişle değere dönüştürmesi yerine kullanarak anlamını genişletiyorum. s. 30, dipnot 24.

Değer, kapitalizmin doğa ile ve doğa içindeki kendine has ilişkisini aydınlatan sömürü ve temellükün diyalektiği üzerinden işler. Sömürü ilişkileri, soyut toplumsal emeği üretir. Temellük ilişkileri ise soyut toplumsal doğayı üreterek soyut toplumsal emek birikiminin artışını kolaylaştırır. s. 33

Burada iş, ücretli emek olarak kavramsallaştırılabilir: ücretli emeğin tanımını ileride oldukça geniş tutacak ve proleter düşüncenin ideo tipik figürü ile sınırlı tutmayacağım. bu çerçevede emek gücü sömürüsü diğer bütün tartışmaların dayandığı temel oluşturur. bir diğer tarafta ise, ücretli emeğin sömürüsü onun yeniden üretimi için gereken masraf hesaba katıldığı sürece mümkün olabilir. Hata, kapitalizmi ücretli emek olarak tanımlamak tan doğuyor, oysa ücretli emek ve onun yeniden üretiminin sağlanmasının zorunlu koşulları arasındaki tarihsel ve coğrafi bağlantıları anlamak esas sorunumuz olmalı. bahsi geçen zorunlu koşullar büyük ölçüde, meta sisteminin dışında, karşılığı ödenmemiş emeğin katkısı ile sağlanır. Bu kimi zaman toplumsal yeniden üretimin alanı olarak adlandırılır. yalnız bu adlandırmada toplumsal sözcüğünün uygun olmadığını düşünüyorum, çocuk yetiştirmenin toplumsal momenti ile biyolojik momenti arasındaki sınır nedir örneğin? şüphesiz toplumsal ve biyolojik olanın kesin ayrımını aşan bir yeniden üretim alanından bahsediyoruz, o nedenle bu ikisinin birbirini kapsadığını düşünmek daha açıklayıcı olabilir. s. 34

Kapitalizmin tarihi: kapitalist gelişmenin hem üreticileri hem de ürünleri olan, birbirini kesintisizce izleyen tarihsel doğaların tarihi. s. 37

Sermaye birikimi, emeğin proleterleşmesi olduğu kadar, metalaşma ve temellükün kontrol edilmesi, düzenlenmesi ve ölçülmesine yönelik bilginin üretilmesi anlamına da gelmektedir. s. 39

En kutsal çiftinden kaçınarak — iktidar ve üretimin sistemik düzenindeki dönüm noktaları olan- krizlerin tüm biçimlerini insan ve insan dışı doğa yığınlarının daimî ürünü olarak anlıyorum. Bu, doğadaki kapitalizmin krizleri kapitalizmin doğaya yaptıklarıdır yerine, doğanın kapitalizm için ne yaptığıdır diyerek, birçok değişik sürece işaret eden ve geleneksel aklı reddeden iddialı bir beyan. Böyle bir giriş yaparak -hem insan doğalarının işleyişini (doğanın işleyişini) merkezi alan yeni bir bakış açısı getirmiş hem de- eleştirel düşüncenin 1970’lerden gelen iki radikal akımını, birikim krizleri teorisi ve çevre krizleri çalışmalarını sentezlemek için güzel bir fırsat elde etmiş oluyorum. İki akımda da başarılı çalışmalar yapılmış olsa da, “kapitalizm nasıl çalışır” ve “kapitalizm gezegendeki krizleri nasıl yaratır” soruları en başarılı teorisyenler tarafından dahi henüz bir araya getirilmiş değil. s. 49

Eğer sermaye üretimi, kapitalizmin stratejik ekseni ise, birikim de gezegenin emek/enerjisinin temellük edilmesi ile oluşur. Bu temellük … sermayeyi bir değer olarak üretmez, ancak değeri mümkün kılan ilişkileri, mekanları ve emek/enerjiyi üretir. Kapitalizm, meta ilişkilerinin genellemesidir, ama bu genellemenin kapsamı fiilen büyük bir genellemeye, yani karşılığı ödenmemiş emek/enerjinin temellüküne bağlıdır. s. 52

oikos, bitkiler ve hayvanlar dünyasını da içeren çok katmanlı bir diyalektiktir, ayrıca gezegenimizin çeşitli jeolojik ve biyosferik konfigürasyonlarını, döngülerini ve hareketlerini de içerir. oikos aracılığıyla insanlığın işbirliği ve çatışma mozaiğini -toplumsal örgütlenme olarak adlandırılan şeyi- yaratan ve yok eden ilişkileri ve koşulları oluşturup yeniden şekillendiriyoruz. Öyleyse, oikos-olarak-doğa, kültür toplum ya da ekonominin yanında yer alacak ek bir unsur olarak önerilmiyor. Aksine doğa, insan faaliyetinin içinde ortaya çıktığı bir matris ve tarihsel failliiğin üzerinde şekillendiği bir alandır. böyle bir bakış açısıyla, gıda su ve petrol (ve pek çok şey) ilk olarak ilişkisel sorunlar ikincil olarak da nesne sorunları haline gelirler; uygarlıklar arasındaki ilişkiler yoluyla da gıda, su ve petrol gerçek birer tarihsel aktöre dönüşürler. s. 61

Faillik, sol ekoloji için kesinlikle kilit bir sorudur. ben burada failliği tarihsel değişim başlatma (ya da kopuşlar üretme) ya da mevcut tarihsel düzenleri yeniden üretime (dengeyi yeniden üretime) kapasitesi olarak kabul ediyorum. … doğa ya da örneğin iklim, imparatorluklar ya da toplumsal sınıflara benzer bir tarih yapıcı failliğe sahip midir? Evet ve hayır. Sorunun bir bölümü, fail değil Kartezyen çiftin her iki tarafına da atfetme arzusundan ileri geliyor. İklim, zararlı otlar hastalıklar bazı durumlarda, sınıfların sermayenin ve imparatorlukların sahip olduğuna benzer bir faillik yüklenebiliyorlar. Bu durumlarda belirli bir aritmetik mantık işliyor: eğer insanlar birer failse, bunu insan dışı doğalar içinde söyleyemez miyiz? bu akla yatkın dursa da bana göre failliğin nasıl oluştuğunu yeterince iyi açıklayamıyor. Çünkü sınıfsal ilişkiler, sermaye ve imparatorluklar doğalarla orada-hazır-bekleyen yığınlar olarak insan ve insan dışı doğa konfigürasyonlarını temsil ediyorlar. Bu noktadan hareketle, insan ve insan dışı doğaların özgül yığınlarının failliği, mülkiyet ilişkilerini takip etmektedir. Sınıfsal iktidar (ve yalnızca sınıfların failli değil), hayatın dokusu içindeki özgül iktidar ve yeniden üretim konfigürasyonları yolu ile türer ve ortaya çıkar. s. 62-63

Doğa gerçekten tarihsel ana karakterse, failliği kartezyen çiftin dışına çıkıldığında anlaşılabilir. Sorun Doğa’nın failliği ve Toplum’un failliği değildir. bu ikisi birbirinden ayrı düşünülemez. Aslında sorun insan ve insan dışı doğa yığınlarının nasıl oluştuğudur. Evet, hastalıklar tarih yazarlar, ancak yalnızca ticaret ve imparatorluklara bağlı epidemiyolojik taşıyıcılar olarak. Tarih yapma kapasitesinin insan ve insan dışı aktörlerin belli konfigürasyonlarına yol açması, doğanın failliği tartışmalarında çoğunlukla dışarıda bırakılıyor. İnsanın failliği daima bir bütün olarak doğanın içinde ve diyalektik olarak ona bağlıdır – bu, insanın failliğinin aslında hiç de insani olmadığı, doğanın geri kalanı ile bütünleştiği anlamına geliyor. s. 63

… (örneğin) jeoloji, belirli tarihsel insan ilişkileri ile harmanlandıkça iktidar ve üretimi birlikte üretir. jeoloji de dahil olmak üzere bu belirli ilişkiler yenilenerek dönüşür. 19. yüzyılda kuzey atlantik bölgesinde enerji rejimi, odun kömürü ve turbadan kömüre kayarken insan faaliyetlerinin yeniden düzenlenmesi buna bir örnek olarak verilebilir. jeoloji aynı anda hem özne hem de nesne olabilir. uygarlıklar hayatın dokusu yoluyla ilerler (çevresinde değil). s. 73

Mesele, kapitalizmi toplumsal bir sistem olarak görmeyi bırakıp dünya-ekolojisi olarak görmeye başlamaya, sermaye birikimini ve dolayısıyla da iktidar arayışını, doğanın “birçok belirlemenin ve ilişkinin zengin toplamı” çerçevesindeki birlikte üretim süreçleri ile bir araya getirmeye bağlıdır. s. 74

Marksistler değer, kurumsal emektir der ve onun toplumsal olarak gerekli emek zaman tarafından belirlendiğini kabul ederler … Marksist değer kanunu, büyük harfle başlayan doğanın insanların kullandığı tüm ürünlerin değerine katkı yaptığını unutur. … marksizmin emek verimliliği görüşü ve sermaye birikiminin karşılığı ödenmemiş emek enerji meselesine verdiği önemin yeşil ve feministler arasında anlaşılması ile kapitalizmde ki zenginlik ve rekabet yeteneğinin belirleyici ölçü olarak kabul edilmesinin yarattığı bölünmüşlüğü aşabilecek miyiz? Bence evet. Sanırım bunun için şöyle bir düşünce silsilesi izlememiz uygun olur: değerin toplumsal olarak gerekli emek zamanıdır. emek verimliliğini arttırma dürtüsü ise rekabetçiliğin esasıdır. bu demektir ki metalaşmış emek gücünün sömürüsü, sermaye birikimi için önemlidir ancak, kapitalistlerin ayakta kalması için yeterli değildir, çünkü soyut toplumsal emeğin birikimi için gerekli ilişkiler zorunlu olarak ölçek kapsam hız ve yoğunluk açısından sürekli genişleyerek yayılır. Sermaye durmaksızın birikmek ve meta üretimini kökten değiştirmekle kalmamalı; düşük maliyetli gıda, emek gücü, enerji ve hammadde akışını fabrika kapılarına veya (ofis kapılarına) kesintisiz iletebilen ucuz doğalar üretmek için yollar bulmaya çalışmalıdır. Gıda, emek gücü, enerji ve hammadeye kısaca dört ucuzlar da diyebiliriz. Kapitalist değer kanunu, bir Ucuz Doğa kanunudur. s. 82-83

Kapitalizmde değer kanunu 2 moment ten oluşur. Birincisi, soyut toplumsal emek olarak sonsuz sermaye birikimi. Diğeri de, organik bir bütün oluşturan sömürü ve temellük etme ilişkilerinin kesintisiz genişlemesi. s. 85

Kapitalist uygarlığın sınırları nedir ve bu sınırlar insanlar ve doğanın geri kalanı tarafından hayatın dokusu içinde nasıl oluşturuldu? soyut anlamda doğru olsa da kapitalizmi sınırlarının en nihayetinde biyosfer tarafından belirlendiğini söylemek Doğa’nın bağımsız bir sistem olduğu görüşüne dayanan fazla esrarengiz bir yanıt olurdu. Kapitalizmin kendi sınırlarına nasıl eriştiğini, kapitalizmin kendi sınırlarını tarihsel olarak nasıl aştığını ve kapitalizmin bugünkü sağ kalma mücadelesi için sorunlar oluşturacak şekilde art arda gelen tarihsel doğaları nasıl yeniden ürettiğini anlamak için yetersizdir. Öyleyse doğadaki-kapitalizmin nasıllarına dair soruları ne şekilde kurmalı ve nasıl yanıtlamaya çalışmalıyız? s. 93

Temelde birbirine bağlı 3 süreçte merkezi ile şen para, tarihsel kapitalizm içinde aynı derecede önemlidir. Bu süreçleri şöyle sıralayabiliriz: 1) insan faaliyetinin bir parçasını şekillendirme, ücretli çalışma ve ona özel bir değer atfetme, 2) doğanın geri kalanının değersizleştirilmesi, karşılığını ödemeden ya da düşük maliyetle çalıştırılması, 3) sermayeleştirme ve temellük etme, “ekonomi” ve ekonomiyi oluşturan ilişkiler ile hayatın dokusu arasında sürekli değişen sınırları yönetme. Parasal birikim (“içinde tüm metalar çözüşürler”) aynı anda (“içinde paranın kendini bütün metalara çözüştürdüğü”) meta üretiminin maddi dönüşümünü hem belirler hem de kaydeder. Marx’ın değer anlayışı, sermaye birikimini hem bir sürecin nesnesi hem de bir projenin öznesi olarak kabul ederek, birikim biyofiziksel değişim ve modernite arasındaki derin bağları kavramak için umut vadeden bir yol sunuyor. s. 94

Karşılığı ödenmemiş emeğin temellükü, değerin belirlenmesine dahil edilmeyen dışsallıklar ya da çevresel maliyetlerden daha fazlasını işaret eder, çünkü kapitalizmi yalnızca bir ödenmeyen maliyetler (dışsallıklar) sistemi değil, bir karşılığı ödenmeyen emekler (görünmezler) sistemidir de. s. 99

Bu konu üzerinde tartışmalar sürse de, Marx’ın insan dışı doğaların kapitalist üretim için birçok faydalı emeği gerçekleştirdiğini ve bu emeklerin sermaye ilişkilerine içkin olduğunu kabul ettiğini biliyoruz. Dolayısıyla Marx’ın değer okumasının fazlasıyla post kartezyen olduğunu söyleyebiliriz. s. 100

Bütün bu değersizleştirilmiş ya da değer biçilmemiş emek süreçleri değer biçiminin (metanın) dışındadır. Değeri doğrudan üretmezler. Yine de … soyut emek olarak değer, karşılığı ödenmemiş emek/enerji olmadan üretilemez. bu beni kaçınılmaz olarak şu sonuca ulaştırıyor: değer biçimi ve değer ilişkisi özdeş değildir. “Her şeyin metalaştırılması” yalnızca üretici güçler ve yeniden üretim ilişkilerinin kesintisiz olarak kökten değiştirilmesi ile sürdürülebilir. Yeniden üretim ilişkileri, ücretli/karşılığı ödenmemiş emek ve insan/insan-dışı sınırlarını aşar. Toplumsal olarak gerekli emek zaman için buradaki tarihsel koşul, toplumsal olarak karşılığı ödenmemiş olan gerekli emektir. s. 100

Her zaman en kötümser görüşünü modernitenin şu anki şeklindeki gibi hayatta kalmasını umut eden görüş olduğunu düşünmüşümdür. Bu olası değil, çünkü kapitalizmin metabolizması öz itibariyle beslenme kaynaklarını tüketen açık akışlı bir sistemdir. Yeni işçi sınıflarından, ormanlardan, su kaynaklarından, petrol sahalarından, kömür damarlarından ve diğer her şeyden daha ne kadar yeni emek çıkarabileceği sınırlarla bellidir. Doğa sınırlıdır. Sermaye ise sonsuza dayanır. Ve i̇kisi de çok güzel bir biçimde tarihseldir: bir tarihsel dönüm noktasında işe yarayan şey bir sonrakinde işe yaramayacaktır. büyük sınırın kapitalizmin tarihindeki ve son sınırların yani ortadoğu’daki ucuz petrol içindeki ucuz işgücü her yerdeki ucuzdu da bu içinden geçtiğimiz dönüm noktasında ki bitişi sırasındaki önemi buradan ileri gelir. Çoğu insan da dahil olmak üzere doğanın çoğunun ücretli emek verimliliği uğruna kurban edildiği uygarlığa dayalı bir metabolizmayı başlatan da bu büyük sınırdı. Bu temellük sınırları başkalarını sermaye döngüsünün dışında ama kapitalist iktidarın ulaşabileceği bir alanda bırakmanın başlıca yoluydu, hesabı da sermayenin sonsuz birikimi ödedi. Kapitalist uygarlığın en büyük sırrı ve başarısı asla kendi hesabını ödememesidir. Bunu sınırlar olaraklı kıldı. Onların bitişi ucuz doğanın sonu olacak – ve onunla da kapitalizmin bedavacılığının. s. 130

Kapitalistler az miktarda sermayeyi harekete geçirip büyük miktarda karşılığı ödenmemiş Emek enerjiyi temellük ettiğinde, üretim maliyetleri düşer ve kar oranı artar. Böyle durumlarda büyük bir dünya-ekolojik fazla (ya da “ekolojik fazla”) vardır. s. 139

2. dünya savaşı’ndan sonra olduğu gibi, ekolojik fazla çok yüksek olduğunda bir verimlilik devrimi gerçekleşir ve uzun bir genişleme dönemi başlar. Doğal olarak bu yalnızca bir temellük öyküsü değil aynı zamanda bir sermayeleştirme ve toplumsal teknik yenilik öyküsüdür. Yeni birikim rejimleri yeni coğrafi sınırların yeraltı kaynakları dahil çitlenmesine ve emek verimliliğinde yeni bilimsel teknolojik devrimlere katılarak yağma ve verimliliği birleştirdikçe ekolojik fazla ortaya çıkar. Ortalama bir çalışma saatinin artan üretimini ifade eden emek verimliliğinde ki büyük ilerlemeler, dünya ekolojik fazlanın büyük artışları ile olanaklı olmuştur. Örneğin klasik fordizmin montaj hattı, ucuz çelik kauçuk ve petrol olmadan düşünülemezdi. ne kadar tartışırsa tartışalım, sadece gıda enerji ve hammaddeleri değil, aynı zamanda emek gücü ve ev içi emek olarak insan doğasını da içeren bu fazlanın indirgenemez bir şekilde toplumsal ekolojik özelliklerini gereğinden fazla vurgulamış sayılmayız. Uzun 20 yüzyılın kökleri yalnızca ikinci sanayi devriminin seri üretim sistemlerinde değil, insan ve insan dışı doğaların temellük edilmesinde de sezilebilir: yani Amerikan orta batısının toprak ve su kaynaklarında, doğu Avrupa ve güney Asya köylülerinde, sömürge ve yarı sömürge dünyaların ormanlarında tarlalarında ve doğal kaynaklarında. s. 140-141

Ekolojik fazla, her uzun birikim dalgası süresince 4 büyük nedenle azalır. İlki belli tarihsel doğaların rol oynadığı oikostaki yıpranmadır. Bu bir entropi problemidir … ikincisi aşınma ve yıpranma olmamasına rağmen ekolojik fazlanın düşüş eğiliminde olmasıdır. Birikmiş sermaye, karşılığı ödenmemiş emek enerjinin temellük edilmesinden daha hızlı yükselme eğilimindedir –Marx’ın yetersiz üretimin genel kanununun gerekli bir sonucu. Sermayenin geleceğe dair bahisleri, yeni ucuz duaların yerini belirleme faaliyetinden daha hızlı artar. … artan maliyetlere doğru döngüsel hareket, tıpkı entropi sorunu gibi tersine çevrilebilir, ancak bu tersine dönme için gereken alan kapitalizmin uzun döngüsü içinde gittikçe daralır. Bu bağlamda Marx’ın yetersiz üretim kanunu, sermayeleştirilmiş doğaların kütlesi artarken temellük oranındaki düşüş eğilimi olarak formüle edilebilir. bu, tarihsel ifadesini, temellük fırsatları azalırken aşırı birikmiş sermayede artış yaşanma olarak yinelenen finansallaşma dalgaları içinde bulur. Üçüncüsü, ekolojik fazlanın, sermayenin yeniden üretim süresi ile doğanın geri kalanının yeniden üretim suresi arasındaki karşıtlık nedeniyle azalmasıdır. … kapitalist tarım monokültürleri ve emek verimliliği fetişi ile buna iyi bir örnektir. Doğayı sermayeleştirmek, bazı kapitalistler için kısa vadede kazanç sağlayabilir ancak orta vadede maliyet getirir. Bu maliyetler olabildiğince dışsallaştırılsa da nihai olarak yeni emek/enerji kaynakları bulunmalı ve onlar temellük edilmelidir. Dolayısıyla bütün uzun birikim döngüleri yeni meta sınırları boyunca açığa çıkarlar. … Son olarak, karşılığı ödenmemiş emek/enerji payı sermayeye göre düşme eğilimindedir. Bunun nedeni sadece entropi sermayeleştirme ve zamansal oransızlık değil aynı zamanda sermaye birikiminin zaman içinde daha savurganlaşmasıdır. … endüstriyel tarımın muazzam enerji verimsizliği, bir diğer yani çığır açıcı boyutu, büyük enerji ve kimyasal kullanımı ile biyosferi zehirlemesi ve negatif değeri harekete geçirmesi ile ilgilidir: Sermaye birikimine giderek artan hasmane tutumuyla tarihsel doğaların … ortaya çıkışı. Negatif diğerini yükselişi – yaşanan iklim değişikliği konusunda açıkça ifade edilen, ekolojik fazlanın, 21. yüzyıl başlarında yaşanan dikkate değer ve hızlı erozyonuna işaret eder. Bu, sermayenin zaman içinde iş yapma maliyetlerinin daha büyük bir payını karşılanması gerektiği anlamına gelir. s. 142-143

Fakat bu yeni karşılığı ödenmemiş emek enerji kaynaklarının tanımlanması konumlandırılması ve rasyonalize edilmesi süreçleri, yalnızca ekonomik kuvvetlerce açıklanamaz; işe yaramaları için devlete ve bilime de ihtiyaç duyarlar. s. 143

Sermayeleşme, Kartezyen ikiliği aşar. Karşılığı ödenmemiş emek/enerjinin temellükü de öyle. Bu diyalektik insanlık ve doğa üzerine indirgemeci dilin ötesini görmemizi sağlayabilir. Çünkü kapitalizmde en önemli ayrım İnsanlık ve Doğa arasında değil, sermayeleşme ve hayatın dokusu arasındadır. Kapitalizmin kibri, yaşamsal faaliyetleri meta sistemi içinde değer biçmeye, diğer taraftan da metalaşmamış ancak sermaye gücünün ulaşabileceği mesafedeki yaşamsal faaliyetleri (üstelik can damarı onlara bağlıyken) değersizleştirmeye çalışmasındadır. s. 145-146

Kapitalist çağda “büyümenin sınırları” ne doğal ne de toplumsaldır. Büyümenin sınırları daha ziyade oikos olarak kapitalizmin sınırlarıdır. Bunlar sermayeleşmenin sınırlarıdır. s. 159

Yorum bırakın